Beauvoir’ın Otobiyografik Romanı: Ayrılmaz İkili / Semrin Şahin

Simone de Beauvoir’ın daha önce gün ışığına çıkmamış olan romanı Ayrılmaz İkili Ayça Sezen çevirisi ve Can Yayınları etiketiyle geçtiğimiz ay yayımlandı. Üstelik önsözünü Margaret Atwood yazmış. Beauvoir, çocukluğundan izler taşıyan bu romanı, İkinci Cinsiyet’ten tam beş yıl sonra yazar. 1954 yılında Beauvoir, romanını ne yazık ki Sartre’a okutur. Sartre eseri günün şartlarına göre değerlendirip fabrikaların, işçilerin ve devrimin ön planda olduğu bir dönemde bu kitabın önemsiz olduğunu belirtir. Beauvoir anılarında bu romanı için, “Manevi bir ihtiyaç değildi ve okurun ilgisini çekemezmiş gibi görünüyordu,” diye yazar.  Yayımlamaktan vazgeçtiği kitabı rafa kaldırır ve roman unutulur, ta ki manevi kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir tarafından gün yüzüne çıkarılana kadar.

Beauvoir; romanda çocukluğunu, ergenlik bunalımlarını geçirdiği, gençliğin ilk adımlarını birlikte attığı arkadaşı Zaza’yı yani Élisabeth Lacoin’ı, romandaki adıyla Andrée’yi anlatır bize. Onunla Katolik okulunda ilk karşılaşmalarıyla başlar roman. Sınıfın birincisi olduğunu öğrendiği Sylvie’dan ders notlarını ister Andrée. Yaşının aslında dokuz olduğunu, küçük görünmesinin nedeninin ise kamp ateşinde tutuşan eteğinin uyluğuna kadar vücudunu yakması olduğunu belirtir. Bu yaşanan trajedi ilgisini çeker Sylvie’nın ve “Diri diri yanmış birini hiç görmemiştim,” der romanda. Kızın fiziksel özelliklerinin yanında rahat ve kendine güvenen tavrı da Sylvie’nın dikkatini çekmiştir. Hiçbir iyi aile kızı okuldan eve tek başına dönmüyordur.  O andan itibaren birbirlerine tutkuyla bağlanacak ve Andrée’nin ölümüne kadar sürecek bir dostluğun ilk adımı atmış olacaklarından haberleri yoktur elbette. Birbirlerini ilk görüşte anlamış ve sımsıkı bir dostluğu inşa etmeyi başarmış iki kızın hikâyesinin çok ötesinde bir roman olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

İki kız üniversiteye Sorbonne’a da birlikte giderler.  Sylvie felsefe, Andrée de edebiyat eğitimine başlar. Sylvie aynı sınıfta olduğu Pascal adında bir öğrenciyle iyi anlaşmaya başlar. Pascal, gerçek hayatta Beauvoir’ın o dönemdeki yakın arkadaşı filozof Maurice Merleau-Ponty’dir (1905-1961).  Pascal’la Andrée’yi tanıştıran Sylvie bir aşkın başlamasına da ön ayak olur. Ama bu aşk hazin bir öyküyü içinde barındırır. Roman, Andrée, Pascal ve Sylvia üçgeninde, Andrée’nin savaş sonrası dönemde ailesinin kadınlığı üstüne kurmaya çalıştığı baskıya karşılık direnişine odaklanır. Andrée’nin ailesi, Pascal’la ilişkisini onaylamaz. Annesi okulu yarım bıraktırıp onu İngiltere’ye göndermekle tehdit eder. Bu esnada baş ağrıları artan Andrée baskılara dayanamaz ve yatağa düşer.

Andrée ölmeden önce ateşle sayıklarken, “Pascal’ı, Sylvie’yi, kemanımı istiyorum, bir de şampanya,” der. Sylvie onu ne yazık ki ancak öldükten sonra kilisede görecektir.

Ayrılmaz İkili romanı aslında Simone de Beauvoir’ın kadınların yaşadığı baskıyı ve kadın özgürlüğünü sorguladığı bir romandır. Roman boyunca burjuva ortamını, bu ortamın boğucu konformizmini, kadınların üstünde kurulan baskıyı gözler önüne serer. Dindarlığın bir genç kızı nasıl soldurduğunu, ahlaki baskının yansımasını bize kitabın sonunda ironik olarak resmeder. “Andrée’yi boğarak öldürenin bu beyazlık olduğunu gizliden gizliye, için için anladım. Trene binmeden önce o el değmemiş çiçeklerin üzerine üç kırmızı gül bıraktım.”

Ben de üç kırmızı gülün altını çizip kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

Ayrılmaz İkili
Simone De Beauvoir
Çevirmen: Ayça Sezen
Can Yayınları
Roman / 128 sayfa

Yukarı